20 Temmuz 2014 Pazar

ALTI GÜN SAVAŞI


5 Haziran 1967 sabahı İsrail Hava Kuvvetleri, Mısır askeri havaalanlarına ani saldırıda bulundu ve 450’den fazla uçağı tahrip etti. 10 Haziran’a gelindiğinde İsrail, Doğu Kudüs’ü, Batı Şeria’yı, bütün Sina Yarımadası’nı ve Suriye’deki Golan Tepeleri’ni işgal etmişti. İsrail bu harekâtın, Arapların muhtemel saldırılarını engelleme amacı taşıdığını beyan etti. Fakat 6 Gün Savaşı olarak anılan İsrail saldırısının, planlı olduğu yönünde inandırıcı kanıtlar bulundu. Bizde Al Jazeera'nın hazırladığı belgelselle, bu harekatın hikâyesini tanık olurken, İsrail’in Arap ülkelerine savaş açmasının arkasındaki gerçek nedenleri öğrenmiş oluyoruz...


15 Temmuz 2014 Salı

Budist Zindanlarındaki Çocuktan Müthiş Kur'an Tilaveti


Burma’da Budistler tarafından estirilen terörden kaçarak, Malezya’ya hicret ederken sahilde Malezya polisleri tarafından gözaltına alınan Burmalı çocuğun, hapiste okuduğu muthiş Kur'an tilaveti.
Kurani Kerim’den Kalem süresinin 10 ve 28. ayetlerini okuyan Burmalı çocuk, okumuyor adeta yaşıyor dedirtti.
Ayetleri anlam itibriytle olduğu kadar, okumak tarzı ve makamıylada körelmiş idraklere sunan Burmalı çocuk, adeta yaşadığı işkenceleri ayet olup anlatıyor.

KALEM SURESİ 10-28 AYETLERİ MEALİ:
Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.
Ayetlerimiz kendisine okunduğu zaman, “Öncekilerin masalları!” der.
Yakında biz onun burnunu damgalayacağız.
Şüphesiz biz, vaktiyle “bahçe sahipleri”ne bela verdiğimiz gibi, onlara (Mekkeli inkarcılara) da bela verdik. Hani o bahçe sahipleri, sabah erkenden (fakirler gelmeden) bahçenin ürünlerini devşirmeye yemin etmişlerdi.
(Bunu tasarlarken) istisna da yapmıyorlardı. (“İnşaallah” demiyorlardı.)
Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet (ateş) bahçeyi sardı.
Böylece bahçe, (anızı) yakılmış toprağa döndü.
Derken, sabahleyin birbirlerine, “Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin” diye seslendiler.
Bunun üzerine, “Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın” diye fısıldaşarak yola koyuldular.
Fakat bahçeyi o halde gördüklerinde, “Biz mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!”dediler.
(Gerçeği anlayınca da), “Hayır, meğer biz mahrum bırakılmışız!” dediler.
Onların en akl-ı selim sahibi olanı, “Ben size ‘Rabbinizi tespih etseydiniz ya! dememiş miydim?” dedi.

Halkın ne kadarı Müslüman hissediyor araştırması

13 Temmuz 2014 Pazar

8 Temmuz 2014 Salı

Victor Hugo'nun Muhammed Şiiri

İsmet Özel - Amentü



İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.

Dilce susup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken
peşpeşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem
kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
Tokat
aklıma bile gelmezdi
babam onbeşli olmasa.

Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.
Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa hergün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan babamdı.

Budur
işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan
işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güç bela kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.
Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
bile bir bir çınlayan
ihtilal haberidir
ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
nisan ayları gelince vücudu hafifletir
şahlanan grevler içinde kahkahalarım küstah
bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir.

İnsanın
gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısıyla çağırmak:
Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere

Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde

Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur
bense
anlamış değilim böyle maceralardan
ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız
coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
nüfus cüzdanımda tuhaf
ekmek damgası durur
benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
etin ıslak tadına doğru
yavaş yavaş uyanmak
çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak
dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
nakışsız yaşamakları
silâhlanmak sanarak
çıkardım
boğaza tıkanan lokmanın hartasını
çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola

Tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı.
Ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı.

Orada
aşk ve çocuk
birbirine katışmaz
nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
kendi tehlikesi peşinden gider insan
putların dahi damarından
aktığı güne kadar
sürdürür yorucu kovalamacayı.

Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?
Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.

(1974)


İsmet Özel

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Oruç Da Acıkır - Sezai Karakoç


Ramazan'da dinçleşen bedenimiz, açlıkla terbiye olan nefsimize rağmen güçlenen zihnimiz ve güneş kadar parlak düşüncelerimiz bizi çoğu zaman görmezden geldiğimiz hakikat'a yönlendiriyor. Daha çok faydalı şeyler işitip daha çok faydalı şeyler okuyoruz, işte bunlardan biriside ömrünü Hakikat'e adamış büyük şair Sezai Karakoç'un Samanyolunda Ziyafet isimli eserinden bir bölümü bu vesileyle paylaşalım..

İşte Sezai Karakoç'un o meşhur ORUÇ DA ACIKIR adlı makalesi:

Oruç, hiç gecikmeden, yolunu şaşırmadan, tam saatinde, dinç ve genç, tarihin dinamizmini de özünde gaybın bir üfleyişi gibi taşıyarak geldi. Mademki geldi onu iyi tanımak gerek.

Oruç, boş bir çerçeve olarak veya bir mevsim gibi sadece tabiatın bir parçası olarak gelmedi. Tarihin bir parçası olarak geldi.

Dolu geldi. Kendindekini boşaltacak. Giderken de dolu gidecek. Dolu gitmeli.

Her yılın orucu, büyük "oruç kitabı"na, sabırla ve meleklerin üslubuyla işlenmiş bir sayfa, bir yaprak gibi eklenir.

Taşların, ağaç kovuklarının, toz zerrelerinin bile, en keskin bir hafızayla şahitlik yapacağı büyük Hesap Gününde, şüphesiz, "oruç kitabı", en büyük şahitler arasında, dosyasında en çok belge bulunduran suç ve sevap araştırıcıları arasında görünecektir.

Demek ki, oruç, çağımıza, göklere mahsus nişanlarla donanmış büyük ve yetkili bir şahit olarak geliyor ve geldi.

Siz sanmayın ki, oruçta yalnız siz susar, siz acıkırsınız. Oruç da susar, oruç da acıkır. Çünkü: Oruç da canlıdır. Sizin gibi. Hatta sizden fazla. Çünkü: Onda, ölümün eriteceği et ve kemik de yok. İnsan, sağken bile ölüme karışıktır. Biz, hayatla ölümün karıştığı bir terkibiz. Sağken, hayat ölüme baskındır ve ölümü kullanır. Sonra yaşlandıkça, ölüm güçleri yavaş yavaş artar ve ölüm yüzdesi, hayat yüzdesinin üstüne çıkar bir gün. İşte o gün ölmüşüzdür, ölüm hayatı kullanmaya başlamıştır. Toplum yaşayışında da böyle. Ecel olarak gelen ölüm, bu hayat-ölüm çatışmasını kesin bir sonuca bağlar. Ama oruç yüzde yüz diri, saf olarak diridir. Net diridir, insan gibi brüt değildir.

Bizden daha canlı, bizden daha cıvıl cıvıl olan bu gök varlığı orucun susadığı su, acıktığı yemek nedir öyleyse? Şairin, şair için dediği:

Cins şaire mahsus yiyecekler.

Deniz yosunları mavilik medüzaları tarzında,

Oruca, gök şahidi oruca mahsus besinler,

Yükseltilen dualar, derinleşen secdeler,

Kur'an sesiyle aydınlanan ikindiler,

Allah adıyla diriltilen geceler. diyebiliriz belki.

Evet. Oruç da susar, oruç da acıkır. Orucun susadığı ve âb-ı hayat gibi kanamadığı su, Kur'an sesi, acıktığı namaz, örtündüğü merhamet, kuşandığı giyindiği, Allah adının yükseltilmesi, yani cihattır.

Ve orucun da iftarı vardır. Oruç müminin kalbinde iftar eder. Onun sofrasında, işte saydığımız, göğe mahsus yiyecekler bulunur.

Yalnız, insan orucu özlemez, oruç ise insanı özler. Ramazan ayı gelince sıla-ı rahim edenler gibi, meleklerin bile önünde eğildiği insana koşar. Oruç, insana acıkır ve koşar gelir.

Oruç geldi, öyleyse oruca yemek taşımalı, su sunmalı, orucun lambasını yakmalı, örtüler atmalı üzerine ki geldiğinden daha zengin gitsin. Verdiğinden daha çok alsın. Yanına gideceği eski oruçlara katacağı, söyleyeceği çok şeyler bulunsun. Çağımız Müslümanlarının portresini eski çağ müminlerinin portrelerinin yanına çizecek ya, bizim öyle bir portremizi çizsin ki, ilerde gün olur ki, o portreyi bize gösterirler, utanmayalım o zaman ondan.

Oruç geldi, ondan bize ölümsüz bir şeyler katılacak demektir. Giderken, bizden de ona ölümsüzleşecek birkaç şey katılmalı.

Sezai Karakoç, Sütun, 3. Baskı

4 Temmuz 2014 Cuma

Tesadüfün Böylesi!

16 Mart 2014 Pazar

Yakın ve uzak


İstediğim şey çok uzaklar da...
Yağmur altında ıslanırken, öğlen saatlerinde havanın karardığı o mistik atmosferde havayı içime çekmek ve gözlüğümün camında boncuk boncuk biriken yağmur tanelerinin ardından seni görmek. Seni görmek, gerçek olduğunu bilip hayal olduğunu düşünmek. Düşünmek o an yapabileceğim en gereksiz şey. Olmasını istediğim şey sana bir kaç metre yakın -sadece bir kaç metre uzağında olmak...




19 Ocak 2014 Pazar

Allahsız olma modası

Allahsız olma modası son zamanlarda revaçta.
Eh başında ''moda'' olduğunu söylerseniz insanlar yankesici, tecavüzcü ve ya terörist olabilir. Bu dört harflik kelime şaşırtıcı bir şekilde bir çok şeyi özgürleştirip serbest kılabiliyor. 

Vakti zamanında -Hadi canım erkek adam kırmızı pantolon giyer mi? diyen babalarımızın çocukları kiremit rengi pantolon giydiğinde; -Moda buymuş, napalım.. dediklerine hepimiz şahit olduk geçen yaz.
Moda buydu ve buna uyulmak zorundaydı. 
''Zorundaydı'' gelişi güzel kullanılan bir kelime değil, zorundaydı çünkü moda denen şeye yön verenler bu yaz bu pantolonların giyilmesini istiyordu. Ve sen modayı herşeyin üstünde gören toplumun bir parçası olarak buna ayak uydurmak istiyordun, istiyordun çünkü senin istemeni istiyorlardı.

Kırmızı pantolonla bir alıp veremediğim yok sadece örnek teşkil etsin diye bahsediyorum.

Bu pantolonlarımızın rengini, dinlemek istediğimiz şarkıları, izlemek istediğimiz filmleri belirleyenler saçımızı sakalımızı kristal saraylarda yaşatılan ünlülerin tarzı olarak yansıtıp sokaktaki gerçek toplumun tarz algısıyla oynayanlar emin olabiliriz, sadece giyimimize, playlistimize ve tipimize değil en önemlisi inançlarımıza yön vermeye çalışıyorlar.
Müslüman,hristiyan vesaire herhangi bir dine mensup olan toplumları New Age gibi sonradan icat edilmiş fikirlerle yozlaştırıp, insanları dinlerden uzaklaştırmayı planlıyorlar. 

Aşağıdaki resimde görüldüğü gibi sanırım başarıyorlar...

1 Ocak 2014 Çarşamba

Yeni Yıl Duası


Birbirinden renkli eğlencelerle, havai fişekler ve cadde aydınlatmalarıyla, eğlenen, dans eden, gülen insanlarla birlikte yeni bir yıl daha geldi. Ve insanlar yeni yıl için dilek tuttu.

Kimisi sanki dünyayı kurtaran adamın oğluymuş gibi Dünya Barışını diledi, kendi hayatındaki hiçbir şeyi düzeltemeden dünyayı bu kıçı kırık dilekle düzelteceğini sandı.

Kimisi de sanki dünyanın en yalnız insanıymış gibi bir sevgili ve aşk diledi. Yaşadığı gezegende 7 milyar insan olduğunu ve bu 7 milyarın yarısının karşı cinsten olduğunu düşünemeden, cesaret edip de hoşlandığı kişiye açılamadığı için yine ve yeniden her yılbaşında olduğu gibi bu aptal dileği diledi. 

Bazıları da ekonomik kaygılarından bir nebze olsun rahatlayıp daha çok tüketmek, daha çok harcamak için mevcut borcunun bitmesini diledi, borcu bitmeli ki DAHAA ÇOOK YİYEBİLSİN..hıaamına 

Umarım bu dilekleriniz kabul olur ama ben ne kadar umarsam umayım dileklerinizin kabul olmayacağına eminim. 

Yılbaşı akşamlarında, doğum günlerinde, yirmiüç nisanlarda vs. hep bir şeyler dilerdim ama hiç bir dileğimin kabul olmadığı yetmezmiş gibi tuttuğum dileklerin tersiyle karşı karşıya kaldım.

Geçen yeni yılda Dünya Barışı başta olmak üzere sağlık sıhhat ve bereket dilerken, güneyimizdeki Suriye'den dolayı neredeyse dünya savaşı çıkacaktı, sağlıklı biriyken dilediğim sağlık sıhhatte ters tepki, aşırı kilo kaybı ve saç kıran başta olmak üzere saç dökülmesi, diş çürümesi, iki kere yatağa düşmeme sebep olan grip gibi musibetlerle karşılaştım. Sağlık dileğim teper de ''bereket'' tepmez mi? o da ters tepti, ne güzel hesabını yapabildiğim bir borcum varken işler zıvanadan çıktı ve kontrol edilemez bir hale döndü, beni sürekli arayan banka personeli Esra hanımla konuştuğum kadar sevgilimle konuşamaz oldum.. Çünkü ilişkim için artık bu sene ciddi bişeyler yapmayı dilemiştim ki dileğimi bile bitiremeden ilişkim bitti. 

Bu kadar talihsizlik nedir? ''Niye hiç bir dileğim tutmuyor arkadaş'' diye kendimi sorgularken kafamda şimşeklerin çakmasıyla abdest almaya gitmem bir oldu. (Normal abdest!)

İlk önce şunu idrak ettim, dilek değil dua etmem lazımdı, evrenden değil evreni yaratandan istemem lazımdı, sadece yılın ilk günü değil her günü istemem lazımdı. Gerçekleşmesini istediğim şeyler için bir şeyler yapmam gerekliydi. 
Yeni yılın değil, geçmiş yılın muhasebesini yapmam gerekliydi...
Geride bıraktığımız yıldan geriye ne kadar badire atlatmış olsak da şükür edebilecek kadar kuvvetimiz, ciğerlerimize çekebileceğimiz nefesimiz var olduğu için şükür etmek lazım. 
Dilek değil, dua. Beddua hiç değil hep dua hep dua..
Ben bu yıl bunu anladım. 

Yeni yılınız sağlıklı bol kazançlı ve kutlu olsun (dedim ya olmayacağına emin olabilirsiniz) =)


Dönüyoruz!

Semazen gibi değil, o kadar marifetli adamlar değiliz, başladığımız işi sürdürmek ve en iyisini yapmak için sembody.com 'u yeniden yayın hayatına devam ettirmek için dönüyoruz.

Prensipleri olan bir sembody.com 'u beta sürümünden çıkartıp inşa etmeye başlıyoruz. 
Gazamız hayrolsun.


Eray Fuat 
01.01.2014